5 Ocak 2012 Perşembe


KIYMIK

Tavuk dönerin sokağa yapışan kokusu, dönercinin yorgun alın teri, kısa aralıklarla kendini tekrarlayan kırmızı ışık ve gözüme ilişen adımlarım… İyi hissetmiyorum. Harman yerinde hasat zamanı saptan samandan mı edindim, neden yağmalıyor bu odunsu zerreler içimi?

Ayakkabımın ucu gözüme iliştikçe daha hızlı yürüyorum. Ilık ama inciten rüzgâra açıyorum, içimin pencerelerini. Tuhaf bir acı bu. yer değiştiriyor  tahta zerreleri ,oynak bir acı ile ilerliyorum sokak boyu. İçimin havası karışıyor,dışarıya. Rüzgar sert bir hamle ile itip itip çekiyor pencere kanatlarını. Ve evin kapısı kapanıyor yüzüme,anahtarı içerde bırakarak.

Komşunun uzun merdivenini istemeye gidiyor içimdeki çocuk. Dönene kadar insanların yüzlerinde mülk edinmiş hikayelere bakıyorum. Çoğu kırılmış bir şekilde ucundan,başından,ortasından. Galiba ömür eksilmeden bitmiyor sayfalarımız. Ama ben bir kitabı geriye doğru okuyorum sanki. Son’u biliyorum,merdivenli çocuk da biliyor bunu. Son gelene dek kitabın sayfalarını tekrar karıştırmak istiyorum;belki yerlerini değiştiririm ferahlar anahtarı içerde, yok yok dışarıda kalan evin içi.

Kalsın!evet kalsın ayraç burada. Kalsın!ve kal! Zaten biliyorsun,ben hiç bir şey bilmem hissederim. Biliyor musun odunsu zerre ayak ucuma değdiğinden beri o kapıdan içeri girdikçe aslında hep dışarı çıkıyorum. Of biliyorsun, o çocuk da biliyor köşeyi elindeki merdivenle dönerken.

Susarak tırmanıyor,yüzümün gergefine. Pencere boşluğundan giriyor içeri. Dudağının ucunda kıvrılan hınzır bir tebessümle açıyor kapıyı. Giriyorum içeri,aslında dışarı çıkıyorum. Kafam karıştı.

Yapacak hiçbir şey yok kanıksadım;ben bu kitabı son’dan başlayarak okumaya ve okuduğum tüm sayfaları zımparalamaya mecburum. Ondan içimin marangoz haneye benzemesi.

Yine gözüme ilişiyor,adımlarım. Çarşafla giydirdiğim tekli koltuğu pencere kenarına çekiyorum. Pencere pervazlarına dayıyorum dirseklerimi. Ağırlaşan başım ellerimin üstünde kuşbakışı izliyorum, sokaktan geçenleri. “zaten” diye başlayan bir cümlenin gölgesini görüyorum. Rüzgar içimi kaldırıyor birden,kusmak istiyorum. Kusmalıyım,içimi deşen şeyi. Kapıya atıyorum kendimi. Biraz evvel içimi karıştıran rüzgar uçma hissine boğuyor beni. Kokluyorum onu,içime çekiyorum. Ama o bir yığın ruh halinde yine vuruyor kapıyı yüzüme. Aldatma bu,rüzgar aldatması…  Bayağı eğleniyor bunu yaparken.

Komşunun uzun merdivenini istemeye gidiyor yine içimdeki çocuk. Daha yedisinde nasıl taşıyor bilmem o uzun boylu sıska merdiveni. Bu kez eşikte bekliyorum onu. Bir kadın balkondan örtüsünü silkeliyor,şişko bir kedi geçiyor önümden. Onu düşünüyorum,benimle nasıl kafa buluyor. Belki de rüzgar kıran bir şeyler iliştirmeliyim kitaba.

- yararı yok, unuttun mu sen kitabı son’dan okuyorsun ve o en başından beri bu kitapta.

Hayret,benimle ilk kez konuşuyor ve dayıyor merdiveni yüzümün gergefine. Az önce pervazda unuttuğum anahtarı atıyor aşağıya. Anahtarı cebime koyuyorum,aslında belki boynuma asmalıyım. Kendimi hatırlamayacak kadar unutkanım son günlerde.

Ah rüzgar,kıskanç sevgili! Dokunuyor yüzüme sever gibi,okşar gibi. Savuruyor aklı ateşle,ruhu odunsu zerrelerle beraber.

On adım sonra geri dönüyorum. Yorgunum gözyaşı gibi,öfke gibi,sen gibi. Duymuyorum seni. Canım almıyor şimdi klişe sesleri. Şimdi tek kaldırabileceğim ses anahtarın kapı deliği ile buluşma sesi.

Oh içerdeyim ya da dışarıda bilmiyorum. Sırt üstü atıyorum kendimi kanepeye. Yine gözüme ilişiyor adımlarım. Bir sayfa çeviriyorum,üzerime dökülüyor tahta zerreleri. Silkeleniyorum ve kaldığım yerden devam ediyorum.

“neden sus işareti yapıp durursun bana

öyle bir lal dudak öpmüşüm ki sorma”

*SEBT EST BER CERîDE-İ ÂLEM DEVÂMI MÂ!

Hayır,hayır bunu okumuyorum,kulaklarıma fısıldamıyor da üflüyor sanki. Duvarlar üzerime yürüyor birden. Bu kez direneceğim. Düş organlarımın üzerinde kabus gibi dolanıyor odun zerreleri. Dayanamıyorum! Alnımı yaslıyorum cama,bu yetmiyor.Bütün pencereleri açıyorum sonuna kadar bu da yetmiyor. Kapıyı açıyorum,gövdemi siper ediyorum kapanmasın diye. Kapıyı değil gövdemi tokatlıyor rüzgar,canım yanıyor. Lanet olsun anahtarı kanepede unutmuşum. Merdivenli çocuğa sesleniyorum,beni kapı önüne süpürmeye çalışan rüzgarla inatlaşarak. Kocaman bir çaresizlik abanıyor el parmaklarıma,kırmak kastıyla. İki adım sonrasına devriliyor gövdem. Doğrulurken düştüğüm yerden kapının yüzümü tokatlayışını izliyorum bu kez. Üstelik ayakkabılarımda içerde, yok yok dışarıda kaldı.

Komşunun uzun merdivenini istemeye gidiyor içimdeki çocuk. Aman Allahım o da ne! ayakları,ayakları yok yerinde.

Bunun farkına döndüğünde varıyor. Başı önünde artık olmayan ayaklarını düşünüyor. Aslında ben de düşünüyorum bunu,niçin merdivensiz döndüğünü fark etmeyecek kadar. Yüzüme bakıyor, ona bakıyorum çaresizliğin derin boşluğuyla.

-unuttun mu? Sen kitabı son’dan okuyorsun ve zımparalıyorsun  sayfaları. Ayaklarım ve merdiven o içerde dönüp duran tahta zerreleri artık… Rüzgar en baştan bu kitapta!

Dövünüyor içim. Ayak parmağımdaki sancıyla kesiliyorum birden. Avuçluyorum ayağımı. Canımı yakan ayağıma battıktan sonra kimliğini bulan tahta zerreleri. Tökezleyerek yürümeye çalışıyorum,gözüme ilişiyor yalınayak adımlarım.

Anlıyorum;  KIYMIK battıktan sonra kimliğini buluyor.

Sokak boyu yayılan tahta zerrelerini toplayarak kitabın başına doğru sendeleyerek yürüyorum.





                                * (bizim ölümsüzlüğümüz şu alem defterine yazılmıştır)Şirazlı hafız

                                                                                                                         

 YelizŞENAY