KIYMIK
Tavuk dönerin sokağa yapışan kokusu,
dönercinin yorgun alın teri, kısa aralıklarla kendini tekrarlayan kırmızı ışık
ve gözüme ilişen adımlarım… İyi hissetmiyorum. Harman yerinde hasat zamanı
saptan samandan mı edindim, neden yağmalıyor bu odunsu zerreler içimi?
Ayakkabımın ucu gözüme iliştikçe
daha hızlı yürüyorum. Ilık ama inciten rüzgâra açıyorum, içimin pencerelerini.
Tuhaf bir acı bu. yer değiştiriyor tahta
zerreleri ,oynak bir acı ile ilerliyorum sokak boyu. İçimin havası
karışıyor,dışarıya. Rüzgar sert bir hamle ile itip itip çekiyor pencere
kanatlarını. Ve evin kapısı kapanıyor yüzüme,anahtarı içerde bırakarak.
Komşunun uzun merdivenini
istemeye gidiyor içimdeki çocuk. Dönene kadar insanların yüzlerinde mülk
edinmiş hikayelere bakıyorum. Çoğu kırılmış bir şekilde
ucundan,başından,ortasından. Galiba ömür eksilmeden bitmiyor sayfalarımız. Ama
ben bir kitabı geriye doğru okuyorum sanki. Son’u biliyorum,merdivenli çocuk da
biliyor bunu. Son gelene dek kitabın sayfalarını tekrar karıştırmak istiyorum;belki
yerlerini değiştiririm ferahlar anahtarı içerde, yok yok dışarıda kalan evin
içi.
Kalsın!evet kalsın ayraç burada.
Kalsın!ve kal! Zaten biliyorsun,ben hiç bir şey bilmem hissederim. Biliyor
musun odunsu zerre ayak ucuma değdiğinden beri o kapıdan içeri girdikçe aslında
hep dışarı çıkıyorum. Of biliyorsun, o çocuk da biliyor köşeyi elindeki
merdivenle dönerken.
Susarak tırmanıyor,yüzümün
gergefine. Pencere boşluğundan giriyor içeri. Dudağının ucunda kıvrılan hınzır
bir tebessümle açıyor kapıyı. Giriyorum içeri,aslında dışarı çıkıyorum. Kafam
karıştı.
Yapacak hiçbir şey yok
kanıksadım;ben bu kitabı son’dan başlayarak okumaya ve okuduğum tüm sayfaları
zımparalamaya mecburum. Ondan içimin marangoz haneye benzemesi.
Yine gözüme ilişiyor,adımlarım.
Çarşafla giydirdiğim tekli koltuğu pencere kenarına çekiyorum. Pencere
pervazlarına dayıyorum dirseklerimi. Ağırlaşan başım ellerimin üstünde
kuşbakışı izliyorum, sokaktan geçenleri. “zaten” diye başlayan bir cümlenin
gölgesini görüyorum. Rüzgar içimi kaldırıyor birden,kusmak istiyorum.
Kusmalıyım,içimi deşen şeyi. Kapıya atıyorum kendimi. Biraz evvel içimi
karıştıran rüzgar uçma hissine boğuyor beni. Kokluyorum onu,içime çekiyorum.
Ama o bir yığın ruh halinde yine vuruyor kapıyı yüzüme. Aldatma bu,rüzgar aldatması… Bayağı eğleniyor bunu yaparken.
Komşunun uzun merdivenini
istemeye gidiyor yine içimdeki çocuk. Daha yedisinde nasıl taşıyor bilmem o
uzun boylu sıska merdiveni. Bu kez eşikte bekliyorum onu. Bir kadın balkondan
örtüsünü silkeliyor,şişko bir kedi geçiyor önümden. Onu düşünüyorum,benimle
nasıl kafa buluyor. Belki de rüzgar kıran bir şeyler iliştirmeliyim kitaba.
- yararı yok, unuttun mu sen
kitabı son’dan okuyorsun ve o en başından beri bu kitapta.
Hayret,benimle ilk kez konuşuyor
ve dayıyor merdiveni yüzümün gergefine. Az önce pervazda unuttuğum anahtarı
atıyor aşağıya. Anahtarı cebime koyuyorum,aslında belki boynuma asmalıyım.
Kendimi hatırlamayacak kadar unutkanım son günlerde.
Ah rüzgar,kıskanç sevgili!
Dokunuyor yüzüme sever gibi,okşar gibi. Savuruyor aklı ateşle,ruhu odunsu
zerrelerle beraber.
On adım sonra geri dönüyorum.
Yorgunum gözyaşı gibi,öfke gibi,sen gibi. Duymuyorum seni. Canım almıyor şimdi
klişe sesleri. Şimdi tek kaldırabileceğim ses anahtarın kapı deliği ile buluşma
sesi.
Oh içerdeyim ya da dışarıda
bilmiyorum. Sırt üstü atıyorum kendimi kanepeye. Yine gözüme ilişiyor
adımlarım. Bir sayfa çeviriyorum,üzerime dökülüyor tahta zerreleri.
Silkeleniyorum ve kaldığım yerden devam ediyorum.
“neden sus işareti yapıp durursun
bana
öyle bir lal dudak öpmüşüm ki
sorma”
*SEBT EST BER CERîDE-İ ÂLEM DEVÂMI MÂ!
Hayır,hayır bunu
okumuyorum,kulaklarıma fısıldamıyor da üflüyor sanki. Duvarlar üzerime yürüyor
birden. Bu kez direneceğim. Düş organlarımın üzerinde kabus gibi dolanıyor odun
zerreleri. Dayanamıyorum! Alnımı yaslıyorum cama,bu yetmiyor.Bütün pencereleri
açıyorum sonuna kadar bu da yetmiyor. Kapıyı açıyorum,gövdemi siper ediyorum
kapanmasın diye. Kapıyı değil gövdemi tokatlıyor rüzgar,canım yanıyor. Lanet
olsun anahtarı kanepede unutmuşum. Merdivenli çocuğa sesleniyorum,beni kapı
önüne süpürmeye çalışan rüzgarla inatlaşarak. Kocaman bir çaresizlik abanıyor
el parmaklarıma,kırmak kastıyla. İki adım sonrasına devriliyor gövdem.
Doğrulurken düştüğüm yerden kapının yüzümü tokatlayışını izliyorum bu kez.
Üstelik ayakkabılarımda içerde, yok yok dışarıda kaldı.
Komşunun uzun merdivenini
istemeye gidiyor içimdeki çocuk. Aman Allahım o da ne! ayakları,ayakları yok
yerinde.
Bunun farkına döndüğünde varıyor.
Başı önünde artık olmayan ayaklarını düşünüyor. Aslında ben de düşünüyorum
bunu,niçin merdivensiz döndüğünü fark etmeyecek kadar. Yüzüme bakıyor, ona
bakıyorum çaresizliğin derin boşluğuyla.
-unuttun mu? Sen kitabı son’dan
okuyorsun ve zımparalıyorsun sayfaları.
Ayaklarım ve merdiven o içerde dönüp duran tahta zerreleri artık… Rüzgar en
baştan bu kitapta!
Dövünüyor içim. Ayak parmağımdaki
sancıyla kesiliyorum birden. Avuçluyorum ayağımı. Canımı yakan ayağıma
battıktan sonra kimliğini bulan tahta zerreleri. Tökezleyerek yürümeye
çalışıyorum,gözüme ilişiyor yalınayak adımlarım.
Anlıyorum; KIYMIK battıktan sonra kimliğini buluyor.
Sokak boyu yayılan tahta
zerrelerini toplayarak kitabın başına doğru sendeleyerek yürüyorum.
* (bizim
ölümsüzlüğümüz şu alem defterine yazılmıştır)Şirazlı hafız